•    
      İZMİR YURTSEVERLER PLATFORMU
      CEHALETIN KAYNAGI CAHILIYE DONEMI
     
    HANİ ZAMAN MAKİNASI OLSADA GEÇMİŞE GİTSEK..
     
    GEREK YOK ZATEN GEÇMİŞE DÖNMEYE BAŞLADIK...
     
    SONER YALÇINDAN KISSADAN HİSSE....
     
    BOŞ VAKTİNİZDE OKUYUNUZ....
     

    Cehaletin kaynağı Cahiliye dönemi


    Rüyasında eşini ve hamile kızını çıplak gördüğünü söyleyip ikisini de öldüren adamın dramının üzerine hiç gidilmedi. Benzer acı olayları sık yaşamaya başladık ve bunları hep “cinnet hali” deyip halının altına süpürüyoruz. Son yıllarda putperest Cahiliye dönemi karanlığına hızla bir geri dönüş olduğunun/dejenerasyonun kimse farkında değil mi? Bu cahillikleri niye incelemiyoruz? Bu tür cahil adamlara aydınlık bir din olan İslam neden yanlış öğretiliyor? Gerçekle yüzleşmeliyiz...

    CAHİLİYE, İslam'dan önceki Arap devrinin adı.
    Hz. Muhammed, Cahiliye'ye karşı büyük bir mücadele verdi ve kazandı. Bölge halkının inanç dünyasını değiştirdi, toplumu hurafelerden arındırdı, Kuran ve Sünnet'i hâkim kıldı.
    Ancak Cahiliye dönemi halk âdetleri; İslam kisvesine bürünerek zamanla tekrar ortaya çıktı.
    Bunun temel sebeplerinden biri, Şirk unsuru bulunmayan halkın kültürel/folklorik geleneklerine dini açıdan “Beis yoktur” hükmünün verilmesi oldu.
    Ne yazık ki bugün “İslam kültürü” olarak öğretilmeye çalışılan “değerlerin, geleneklerin” bazıları Cahiliye dönemine ait. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, rüyasında çıplak gördüğü karısını ve kızını öldürmek, kızın rızasına gerek duymaksızın evlendirmek Cahiliye döneminin inançlarıdır.
    Yolculuğa çıkan birinin bir ağaca ip bağlayıp, o yolculukta iken bu ip çözülürse, eşinin kendisine ihanet ettiği inancı da Cahiliye dönemi ürünüydü.
    Kuşkusuz bu derecede olmasa da, bugün sizin inandığınız bazı âdetlerin-geleneklerin-inançların Cahiliye döneminden günümüze geldiğini biliyor musunuz?
    Gelin birkaçına bakalım.

    Önce Başbakan Erdoğan'dan başlayalım...
    Başbakan Erdoğan yanlış anlaşıldı
    Başbakan Erdoğan şehit cenazesi evlerinde yaşananlarla ilgili olarak meramını tam anlatamadığı bir söz söyledi. Söylemek istediği aslında şuydu:
    Cahiliye döneminde ölen kimsenin yokluğunun acısını hissetmek -içinde duymak- için; onun meziyetlerini bağırıp sayarak, saç-baş yolarak, elbise parçalayarak ağlanırdı.
    Hz. Muhammed pek çok hadisinde ölünün arkasından bağırıp çağırarak saçı başı yolarak ağlamayı yasakladı:
    “Ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlamakla ölüye azap edilir.”
    “Allah ölünün arkasından bağırıp çağırarak ağlayana da onları dinleyene de lanet etmiştir.”
    Şimdi bu gelenek var mı bilmiyorum; çünkü İslam bunu da kaldırdı:
    Cahiliye Arapları, ölenin dünyada yaptıkları iyiliklere karşın mezar başında koyun-keçi keserlerdi. Ölen zengin ise deve kesilirdi. “Hayatında yedirdiği gibi ölümünde de yedirmiş olsun” derlerdi.
    Kâhinler ve Arraflar
    Cahiliye'de, Kâhinler daha çok geçmişe ait bilgileri; Arraflar ise gelecekten haber verirlerdi. Bunların Cin ve Şeytan'la münasebetleri olduğuna inanılan özel kişiler olduğu sanılırdı.
    Bunlar “gayp” hakkında değişik metotlar kullanarak bilgi ediniyorlardı! Örneğin derin bir kuyunun başında, “Ya fülan” diye üç defa seslenirlerdi. Hiç ses gelmezse aradıkları kişinin ölmüş olacağına, herhangi bir ses gelirse aradıkları kişinin yaşadığına hükmederlerdi.
    Hiç gülmeyiniz, bunun fal açtırmaktan/baktırmaktan farkı var mı?
    Ayet ne diyor: “Her şeyi O yaratmıştır; her şeyi O bilir.”
    (En'am 6/101)
    “Ey Muhammed, onlara de ki; Gaypı bilmek Allah'a mahsustur.” (Yunus, 10/20)
    Büyü, afsun, nirenk, füsun, büyücü gibi tabirle de ele alınan sihir; Cahiliye Araplarının dünyasında etkin bir yere sahipti.
    Sihir Hz. Muhammed tarafından reddedildi: Hadisinde “Sihre inanan cennete giremez” dedi.
    Tesirinden hep korkulan nazar değmesi Cahiliye'den İslam'a geçti. Mavi boncuğu nazarlık; çocukların elbiselerinin omuzlarına dikilirdi; hayvanların alınlarına yahut boyunlarına asılırdı; evlerin girişlerine konulurdu. Nazara uğrayana, “Elemtere fiş/kem gözlere şiş” diyerek kurşun dökülmesi Anadolu'da hâlâ yaygın bir inanç.
    Fal okları: Ezlam
    Cahiliye Arapları, evleneceği zaman, yolculuğa çıkacağı zaman, ticarete atılacağı zaman, sonucunun hayırlı olup olmadığını öğrenmek için, Kureyş'in en büyük putu Hübel'in bekçisinin elindeki torbadan “Ezlam” denilen fal okları çekerlerdi.
    Torbada 7 ok bulunurdu ve üzerlerinde yazılı olanların anlamı vardı:
    “Rabbim bana emretti” yazılı ise o iş yapılır demekti.
    “Beni menetti” yazılı ise iş bir yıl ertelenirdi.
    “Sizdendir” yazılı ise çocuğun nesebi belli olmuştu. “Sizden değildir” yazılı ise bebeğin nesebi ona ait değildi. “Size bitişiktir” yazılı ise bebeğin nesebi meçhuldü.
    “Akl” yazılı ise akile belirlenmişti. “Gulf” yazılı ise bu ok boştu.
    Bu okların çekilmesiyle ortaya çıkan sonuç bağlayıcıydı.
    Kuran fal okları ezlamı ve piyangoya benzeyen “Meysir”i yasaklayıp haram kıldı.
    Cahiliye ‘uğursuzları'
    Araplar arasında uğursuz sayma inancı hayli etkindi. Uğursuz sayılan/olan kötü ve çirkin kabul edilir; ondan uzak durmaya çalışılırdı.
    Örneğin, baykuş uğursuzdu! Baykuş ötmesinin uğursuzluk getireceğine inanılırdı.
    Örneğin, kadın, ev ve at uğursuzdu! Kadının uğursuzluğu çocuk doğurmamasında, evin uğursuzluğu kötü komşuların bulunuşunda ve atın uğursuzluğu huysuz olup bindirmemesinde aranırdı!
    Örneğin, simsiyah ya da alacasız köpekler uğursuzdu! Köpek uluması hayra yorulmazdı! Gece köpek acı acı ulursa, yakında bir ölü veya ölen kimse olduğuna inanılırdı.
    Eşek anırması da uğursuzluğa delaletti!
    Bir uğursuz hayvan da, kurnazlık timsali kargaydı! Karga sesinin ayrılık getireceğine inanıyorlardı.
    Yolda önünden yılan ya da kara kedi geçmesi uğursuzluktu.
    Fare, çaylak gibi Cahiliye döneminin uğursuz hayvanı çoktu. Engerek yılanı cin idi.
    Keza Araplar tenha-ıssız yerlerin tekin olmadığına, her an karşılarına, değişik suret ve renklerde “ruhani varlıklar” Gul/Gulyabani'nin çıkıp, kendilerini yoldan saptırıp helak edeceğine inandıklarından, bu yerlerden geçerken “Tu destur” derlerdi.
    Cahiliye döneminde Gul inancı o kadar ileri gitti ki, Gul ile evlenenler, hatta çocuk sahibi olanlar vardı!
    Şevval ayında evlenmek uğursuzluktu.
    Cahiliye Arapları, korkularını, endişelerini gidermek, kendilerini tehlikelerden korumak için büyüden, tılsımdan medet umdular, adaklar, kurbanlar kestiler.
    Göz seğirmesi  uğurdu
    Hayatlarında sadece uğursuzluk yoktu, uğur da vardı:
    Örneğin, göz seğirmesi “Sevdiğini görecek”, “Hayırlı haber alacak” şeklinde yorumlandığından, uğurlu sayılırdı.
    Bir kadın, ölmüş birinin üzerinden atlayarak ya da etrafında dolaşarak çocuğunun ömrünü uzattığına inanırdı.
    Şifa kaynağı kabul edilen, uğur beklenen taşları yanlarında taşırlar ya da boyunlarına asarlardı.
    Uzatmayayım...
    Hz. Muhammed hadislerinde uğurlu-uğursuzluk düşüncesine hep karşı çıktı; toplumdaki korkuyu yenmek için, hep “Allah'a sığınınız” öğüdünü verdi.
    Arabeskin ana teması “Kahpe felek” anlamındaki “Dehr” inancını reddetti. Yani arabesk günahtı!
    Sonuçta...
    İslam'ı öğretmekte eksiklik ve zayıflık olduğunda Cahiliye dönemi inançları, gelenekleri tekrar ortaya çıkıyor.
    Bir de...
    Bu tür gericileşmeden çıkarı olan sadece dinci çevreler değil; İslam'ı siyasete alet etmek isteyen partiler ve örgütler de, ilkellikten, yozlaşmaktan, avamlaşmaktan, ortaçağ karanlığından besleniyorlar ve bu nedenle İslam'ın Cahiliye ile kuşatılmasına hiç ses çıkarmıyorlar...

    HZ. MUHAMMED TÜRKÇE İBADETE KARŞI ÇIKAR MIYDI

    Çorum İmam Hatip Okulu, Prof. Hayrettin Karaman, Prof. Süleyman Uludağ gibi bilgili ilahiyatçılar çıkarmasıyla ünlü.
    Süleyman Uludağ'ın, “İslam Açısından Müzik ve Sema” adlı harika bir çalışması var. “Müzik haram mıdır değil midir” sorusuna doyurucu yanıtlar veriyor. Kuşkusuz bazı yobazların aksine müziğin haram olmadığını ayetlere, hadislere dayanarak açıklıyor.
    Ama benim yazmak istediğim bu değil.
    Kuran-ı Kerim'in hangi müzik diliyle okunacağı konusunda yazdıklarını sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü buradan başlıktaki sorunun yanıtına geçeceğiz.

    “Kuran-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur. Bu nedenle onu Arap dili müziği (lühunü'l Arap) ile okumak esastır. Burada Arap dili müziğiyle okumaktan kasıt; Arapların uzun okudukları heceleri uzun, kısa okuduklarını kısa, kalın okuduklarını kalın, ince okuduklarını ince okumak, ses ve hecelerin telaffuz esaslarına riayettir. Arapça olan bir metnin okunmasında, o dilin fonetiğinin esas alınmasından daha tabii bir şey olamaz.
    Ancak bu durum Türk ve Fars gibi Arap olmayan milletlerin Kuran'ı kendi dil müzikleri, hançere yapılan ve milli sesleri okumayacakları, Arap kurasını ve hafızlarını taklit mecburiyetinde oldukları manasına gelmez. Her milletin, Kuran'ı kendi milli sesiyle okuması, onun tesirini artırır ve telkin gücünü kuvvetlendirir. (...)
    Türkler öteden beri kendi gırtlak, ses ve dil müziğine uygun bir kıraat tarzına sahip olmuşlardır. İstanbul kıraatı denilen okuma şekli bunun tipik bir örneğidir. Bu tarza ‘Arap dili müziğiyle kıraat' (lühunü'l-Arab) tabirine karşılık olmak üzere ‘Türk dili müziğiyle okumak' (lühunü'l-etrak) diyebiliriz.
    Böylece, lühunü'l-etrak'la Kuran okunmasını engelleyen hadisin, Arap milliyetçileri ya da mutaassıpları tarafından uydurulduğu anlaşıldıktan sonra sahih ışığı altında Türk dili müziği ile Kuran okumanın tabii bir şey olduğu söylenebilir.”
    Prof. Süleyman Uludağ bu konuda Hz. Muhammed'den de bir örnek olay anlatıyor:
    “Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace gibi hadis âlimleri tarafından rivayet edilen bir hadise göre, Hz. Ömer bir gün Hişam b. Hâkim'in namazdayken, Furkan Suresi'ni Resullulah'ın kendisine okuttuğu tarzdan tamamen başka bir şekilde okuduğunu görünce buna kızmış ve namazın bitmesini zor beklemişti. Namazı bitiren Hişam'ın yakasına sarılarak, ‘Sana bu kıraatı kim öğretti?' diye sormuştu. Hişam'dan ‘Resullulah öğretti' cevabını alınca, ‘Yalan söylüyorsun. Çünkü Resullulah bu sureyi bana senin okuduğun tarzdan başka bir şekilde okudu' demiş. Sonra da Hişam'ı elinden tutup Huzur-u Risalet'e getirerek durumu anlatmıştı.
    Resullulah evvela Hişam'a, ‘Oku ya Hişam' demiş; Hişam'ın daha önce okuduğu tarzda Furkan Suresi'ni okuması üzerine Resullulah, ‘Doğru işte! Kuran tam böyle nazil oldu' demiş. Sonra aynı sureyi Hz. Ömer'e okutmuş, o da aynı sureyi bildiği gibi ve Hişam'dan farklı bir şekilde okumuş, Resullulah ona da, ‘Bu da doğru, Kuran böyle de nazil oldu' demiş ve sonra da şöyle söylemişti:
    ‘Şüphesiz ki, bu Kuran yedi harf üzerine nazil oldu. Kolayınıza geleni ve dilediğinizi okuyunuz.'
    Çok güvenilir kaynaklar tarafından nakledilen bu hadis göstermektedir ki, Hz. Peygamber Müslümanların Kuran-ı Kerim'i farklı şekillerde okumalarını tasvip etmiştir. Özbeöz Arap olan iki kişinin farklı okumalarını bile tasvip eden Hz. Peygamber şüphe yok ki, daha tabii olan milli sesler arasındaki ihtilafı hoş karşılayacak ve izalesi imkânsız bu farkların ortadan kaldırılmasını istemeyecekti.”
    Bu bilgilerden sonra başlıktaki sorumuza geçebiliriz:
    Hz. Muhammed, her milletin Kuran-ı kendi diliyle okuyup anlaması, etkilenmesine karşı çıkar mıydı? Türkçe ibadete “hayır” der miydi?
    Ayrıca...
    Allah'ın dil ayrımı olabilir mi? Allah yarattığı tüm dilleri bilmez mi? Öyle olmasa buyruklarını tüm elçilerine anladıkları dilden gönderir miydi? Kimsenin ağzından “Peygamber” sözcüğü düşmüyor ve onlar bilmiyorlar ki bu Farsça bir sözcüktür, zaten Kuran'da da yoktur. Arapçası “Resul”dür!
    Özün kaybedilip şeklin hâkim hale getirilmesinin adıdır Cahiliye.


    Ve Cahiliye ile mücadele yaklaşık 1500 yıldır sürüyor.

     

     
      Bugün =>60 31 ziyaretçiburdaydı

    İZMİR

    YURTSEVERLER PLATFORMU

     
     
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol